(Bölüm 2)
“Siz tanışıyor musunuz?” dedi Liam.
Harry bana doğru gelerek
“Pek sayılmaz.” Dedi “Dün hava alanında üzerine kahve
dökmüşüm.” Diye devam etti gülümseyerek.
“Demek döktüğünü fark ettin. O zaman bekliyorum”
Harry şaşkınlıkla baktı, anlaşılan ne demek istediğimi
anlamamıştı.
“Neyi bekliyorsun?”
“Özür dilemeni” dedim tek kaşımı kaldırıp.
Diğer çocuklara dönüp kahkaha attı.
“Ben özür dilenecek bir şey yapmadım. Senin çöp kutusunun
orada olman yanlıştı. Eğer orada dikilmeseydin üzerine kahve dökülmezdi.” Dedi
gözlerini gözlerime dikip.
Benim ise tek yaptığım şaşırmaktı. En azında bir ‘kusura
bakma, yanlışlıkla oldu..’ cümlesini bekliyordum. Gerçekten sinirlenmeye
başlamıştım.
“Sen şimdi suç ben-“
“Geldiniz demek, merhaba.” Dedi hızla içeri giren Daniel.
Çocuklar Daniel ile tokalaşmaya başladılar. Tüm
söyleyeceklerim içimde kalmıştı. Çocuğun ünlü olması haklı olduğunu göstermezdi
sonuçta. Bir daha görmem nasılsa diye düşünüp işimin başına geçtim. Daniel bana
bakıp;
“Elif ile tanıştınız değil mi?” dedi.
Zayn “Buralı mısın? İsmin biraz değişikte.”
Gülümseyerek “Hayır, Türkiye den geldim.”
“Üniversite eğitimi için burada. Okulu başlayana kadar
bizimle. Bundan sonra sizin kıyafetlerinizle o ilgilenecek. Önümüzdeki 8 konser
de bol bol göreceksiniz.” Dedi Daniel.
8 konser mi?!
Biraz önce bir daha görmeyeceğimi söylemiştim değil mi?
“Evet çocuklar, 40 dakikamız var. Birazdan kapılar açılıp
hayranlar içeri alınacak. Sizde hazırlanın.” Dedi Daniel ve kulisten çıktı. 5
çocukla aynı odada olmanın verdiği sıkıntıyla kızarmaya başlamıştım bile.
Allah’tan birkaç dakika sonra makyöz ve kuaför geldi.
“Evet son 10 saniye. 9, 8 , 7…”
Sonunda konser başlamıştı ve bende oturma imkanı bulmuştum.
Konseri çeken kameralar sayesinde konseri kulisten izleyebiliyordum. Yaklaşık
3-4 şarkıdan sonra konuşma bölümü başladı. Louis ve Zayn şakalaşarak ortamı
iyice havalandırdılar. Ardından Harry geçti kameranın önüne.
Onu görünce yüzümün asıldığını hissettim. İlk gördüğüm andan
beri sevmemiştim bu çocuğu.
“Sizler önünde dün yanlışlıkla üzerine kahve döktüğüm kızdan
özür dilemek istiyorum.” Dedi gülümseyerek. Hayranlar söylediği her kelimede
çığlık atıyorlardı. Ben ise gözlerim şaşkınlıktan açılmış vaziyette ekrana kilitlenmiştim.
“Kahvenin döküldüğünü fark edince yanına gelmek istedim ama
kalabalık yüzünden bu mümkün olmadı. O yüzden şimdi söylemek istiyorum…. Özür
dilerim.”
Cümlesini bitirdikten sonra saçlarını elleriyle düzeltti ve
gülümsemeye devam etti. Bütün hayranlar Harry’nin sözlerinden sonra çığlık
atmaya devam etti. Harry devam etti;
“Ve lütfen beni öldürecekmiş gibi bakma artık.” Dedi
sırıtarak.
Ne? Ben ona öyle mi bakıyor muşum. Yok canım, normal biri
gibi bakıyorum. Değil mi?
Konser yaklaşık 1,5 saat daha sürdü. Arada kulise gelip
kıyafet değişimi yaptılar.
Harry hep hiperaktifti. Hayranlarla iyi iletişim kuruyordu.
Ve sürekli gülümsüyordu. Saçlarını sürekli sallayıp elleriyle şekil veriyordu.
Birden durup niye Harry’i bu kadar çok incelediğimi sordum kendime. Evet özür
dilemişti. Ama bu hayranlarının sevgisini biraz daha kazanmak içindi. Yoksa
niye yapsın ki?
Konser bittiğinde herkes yorgundu. Daniel yanıma gelip;
“Elif, benim biraz daha burada kalmam gerekiyor. Sen
istersen çıkabilirsin.” Dedi. Bu duyduğum en güzel haberdi. Evet çok iş
yapmamıştım bugün ama üzerimde büyük bir yorgunluk hissediyordum.
“Tamam o zaman, yarın görüşürüz.” Dedim ve çantamı alıp
bulunduğum dinlenme odasından çıktım. Telefonuma baktığımda 2 mesajın ve 5
çağrının olduğunu gördüm. Mesajlar kesinlikle Rose’dandı. Kendimi telefona o
kadar kaptırmışım ki önümdeki kişiyi fark edemedim çarptım.
“Ah dikkat etsene!” dedim sinirler. Telefonu az kalsın
düşürecektim.
“Gene sen ve gene kendi hatan yüzünden bana kızıyorsun.”
Dedi gülümseyerek.
“Özür dilerim. Tamam mı? Bak ben o kadar zorlanmıyorum
söylerken.” Dedim alaylı ses tonuyla.
Her halinden benimle uğraşmaktan eğlendiği belliydi.
“Özür diledim, duymadın mı?” dedi.
Kafamı telefondan kaldırıp yüzüne baktım.
Gözlerimin içine bakıyordu. Bakışları… Sanki etkisi altına alacakmış
gibi. Yüzünün bana ne kadar yakın olduğunu fark edince kalbim hızla atmaya
başladı. Sessizce yutkundum. O ise bunu fark etmişti ve daha fazla kızarmamı
engellemek için;
“Anlaşılan kuru bir özrü kabul etmeyeceksin. Seni kahve
içmeye davet etmek istiyorum. Bu sefer söz dökmek yok.” Dedi sırıtarak.
Tuttuğum nefesi hızlıca verdim. Kalp atışlarım hala normale
dönmemişti.
“Bilemiyorum. Kaldığım yurttaki görevli bir şey diyebilir. 2
saat sonra yurtta olmam gerekiyor.”
“Merak etme seni çok tutmam. Kaldığın yurda da bırakırım.
Böylece geç kalmazsın.” Dedi.
Aslında yurda gidip yapacak bir şeyim yoktu. Valizlerimi
yarında boşaltabilirdim.
“Peki o zaman.”
Kafe çok küçük ve insanın ruhunu açacak dizayna sahipti. Her
masanın üstünde bir demet mis kokulu çiçek vardı. Ben etrafımı incelerken o
kahveyi almış masaya oturmuştu bile.
“Burası harika! Nasıl keşfettin burayı?”
“Aslında pek zor olmadı.” Dedi ve gene yüzünde o gülüşü
vardı.
“Şuradaki bayanı görüyor musun?”
“Evet.” Dedim işaret ettiği yere bakarak.
“İşte o bayan… benim annem.”
“Ne?!” sesim biraz şiddetli çıkmıştı anlaşılan. Harry elini
ağzıma kapamak zorunda kaldı. Bir yandan da sırıtıyordu.
“Ah, pardon. Sadece… şaşırdım.”
“Neye, annemin burayı işletmesine mi şaşırdın?”
“Aslında şa-“
“Bir isteğiniz var mı çocuklar?” dedi Harry’nin annesi.
Ağzım açık sadece bakıyordum. Her halde annesi elini
uzatmasa biraz daha öyle bakabilirdim.
“Merhaba ben Anne, Harry’nin annesiyim”
“Merhaba bende Elif. Harry’nin….”
İstemsizce Harry’e baktım.
“Elif bize giyim konusunda yardım eden biri. “ dedi. Ona
şuan ne kadar minnettar olduğumu bilemezdi.
“Hımm, demek öyle. Bende Harry ilk defa benim kafeme bir kız
getirdiği için farklı anlamıştım. Kız arkadaş gibi. Siz sadece ‘arkadaş’sınız
değil mi?”
“Hayır sadece arkadaşız. Hatta bugün tanıştık.” Diyiverdim
hızlıca.
Anne Harry’e dönüp şaşkınlıkla
“Hem de bugün tanıştığın bir arkadaşın.” Dedi. “Neyse
çocuklar işler beni bekliyor. İyi vakit geçirin.” Yüzünde tatlı bir
gülümsemeyle gitti. Harry’nin gülümsemesini kimden aldığı belliydi.
Yaklaşık 2 saat sohbet etmiştik. Yarışmaya katılışından
albümü çıkarmalarına kadar birçok şeyi anlattı. Bana Türkiye’de herkesin
İngilizce konuşup konuşmadığını sordu. Ona herkesin bilmediğini benim bu kadar
akıcı konuşmamın nedeninin annemin İngilizce öğretmeni olduğu için olduğunu
anlattım.
Onu ilk gördüğümde –kuliste-
gerçekten şımarık biri olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi?
Konuşurken yüzüme bakıyordu, bakışlarını kaçırmıyordu.
Gerçekten dinliyordu. Benim anlattıklarım onun hoşuna gidiyordu, sabaha kadar
anlatsam dinlerdi.
“İnanmıyorum saat 10:50. 10 dakika sonra yurtta olmam
gerekiyor.” Hızlıca çantamı alıp ayağa kalktım. Harry de ben de zaman kavramını
unutmuştuk. Yurda geç kalıp Rose ile muhatap olmak istemiyordum. Hem de ilk
günden.
Yurda vardığımızda saat 11:05 di. Bir ihtimal Rose’a
yakalanmayabilirdim. Çantamı alıp kapıyı açacakken Harry bileğimden tuttu.
Kendimi elektrik çarpmış gibi hissettim. Saçlarımı kulağımın arkasına götürdü
ve küçük bir çiçek taktı. Masanın üzerindeki o çok beğendiğim çiçeklerdendi.
“Umuyorum affettin beni.”
“Ben…”
“Hadi in geç kalma.”
Aslında ben o kadar da kızmamıştım ama…
Harry’ni uyarmasıyla arabadan indim. Arabayı sürerken el
salladı. Sokaktan kaybolana kadar bende ona el salladım.
Ne kadar olaylı bir gün olmuştu. Daha ilk günden böyle
olursa, devamını kalbim kaldırmazdı. Şimdilik tek istediğim bir aksiyon daha
yaşamamaktı.
Yurdun kapısında çatık kaşlarla beni bekleyen Rose’u görünce
ne kadar erken konuştuğumu anladım. Ne olursa olsun, bu gece güzeldi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder