Sayfalar

2 Ağustos 2012 Perşembe

TEK BİR BAKIŞLA…(Bölüm 1)


TEK BİR BAKIŞLA… (Bölüm 1)





İlk bölümler her zaman sıkıcıdır.
İlerleyen bölümleri merakla bekleyeceksiniz. 
İyi okumalar...  

(Bölüm 1)

   Saatlerdir denediğim uyuma çabalarım saat 2 gibi işe yaramıştı fakat uzun sürmedi. Saat daha 5 olmadan uyanmıştım ve gözümde bir gram uyku yoktu. Neden mi? Çünkü yıllardır hayalini kurduğum meslek için yurt dışına gidecektim. Sınavı kazanmam, burs teklifinin gelmesi, vize, pasaport… hepsi hangi ara gerçekleşti, hangi ara yapıldı anlayamadım bile. Sabahı zor edeceğimi anlayarak vakit geçirmek için bilgisayarın başına geçtim. Yurt dışını kazanmak zordu; ama orada yaşamak daha da zor olacaktı. Hayatımda ilk defa ailemden uzak bir yerde yaşayacaktım. Bunu düşünmek bile kısa süreli titreme yaratıyordu. Önüme gelen google sayfasıyla gözlerimi kırpıştırıp bunları düşünmemeye çalıştım.

Google’dan Londra’ya gittiğimde kalacağım ve çalışacağım yerlerin adresine tekrar tekrar baktım ve fotoğraflarını inceledim. Bir terslik çıksın istemiyordum. Saatin 7’yi gösterdiğini görünce banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Çıkardığım listeden eksik-fazla şeyleri gözden geçirdim. Bir şeyleri unutup gitmemeyi umuyordum.

Annem kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı. Babam işten izin almıştı benimle son kahvaltısını yapabilmek için. Ufaklıkta uykusunun en güzel yerini bölüp kahvaltı sofrasında beni bekliyordu. Annem gene donatmıştı masayı. Kızarmış ekmek ve bal-tereyağ üçlüsünü koymuş. Onları böyle görünce bir an vazgeçmek geliyordu. Ama şimdi vazgeçersem ilerde çok pişman olmaktan korkuyordum.

“Hadi otursana canım.”

Annemin sesiyle kendime geldim ve hemen yüzüme yalancı bir tebessüm yerleştirdim.

“Gene donatmışsın masayı. Görende askerden oğlun gelecek sanar.”
“Bak şuna Ahmet. Sanki görende hiç böyle masa hazırlamıyordum sanar.”
“Ben bilmem hanım. İkramiye günlerimde bile hazırlamamıştın böyle bir masa.”

Babamla birbirimize bakıp kıkırdadık. Annem de babamın lafına gülümseyerek cevap verdi. Timur ise sadece bana bakıyordu. Söyleyecekleri vardı ama susuyordu.

Kahvaltıyı yaparken her zaman olduğu gibi dünden bugünden yarından konuştuk. Hepsi üzgündü, ama bana belli etmemeye çalışıyorlardı. Timur daha fazla dayanamayıp;

“Bizi unutmazsın değil mi abla?” dedi.
“O nasıl söz öyle? Görende sürgüne gidiyorum zannedecek. Telefon, internet hadi hiç olmadı mektup var. Yani benden kurtulamazsınız. Hatta bir süre sonra yeter arama bile dersiniz.” Dedim gülümseyerek.
  
Babamın da annemin de yüzünden rahatladıklarını hissedebiliyordum.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

4 saatlik uçuşun bitmesine 10 dakika vardı. Nihayet karaya ayak basacaktım. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Ailemden ayrılalı 4 saat olmuştu. Onları özlemeye başlamış mıydım? Bunun cevabını vermek istemiyordum. Hava alanında son kez onlara baktığımda içimden bir parça kopmuştu. Onlar 17 yıllık kızlarını başka bir ülkeye yolluyorlardı ve en az 6 ay dönemeyecekti. Bu düşüncelerini kafamdan atmak ister gibi kafamı salladım. Yapılan anonsla uçağın ineceği herkesin yerlerine oturması istendi.

Uçaktan inince valizimi bulup benim için bekleyen görevli bayanı aramaya koyuldum. Mail de siyah takım giyeceğini ve bir kağıtta ismimin yazacağını söylemişti. Nihayet ismimin yazılı olduğu kağıdı bulmuştu. Benim hayal ettiğim kişi zayıf, genç ve sarışındı. Ama bu kadın –rose- hafif toplu, 40 yaşlarında ve kumraldı. Yanına gidip İngilizce olarak kendimi tanıttım. Kadının sirke satan yüzü kendimi tanıtmamdan sonra gülümsemeye başladı.

“Merhaba Bayan –“
“Şey, sadece Elif demeniz yeterli.” Daha doğrusu demek zorundaydı. Soyadımı –hanedanoğlu- söylemesi çok zordu. Kadın onu büyük bir dertten kurtarmışım gibi bakarak;
“Pekala, beni takip edebilirsiniz.” Dedi. Elimdeki valizin tekini aldı ve yürümeye başladı. Yardım edeceğini hiç düşünmemiştim. Bir şey söylemeden onu takip etmeye başladım.

Hava alanında ilerledikçe kalabalık artıyor ve sesler çoğalıyordu. Daha sonra o kalabalığın elindeki poster ve afişlerden bir fan grubu olduğunu fark ettim. Yanımda yürüyen Rose bir şeyler mırıldanıyordu. Tam anlayamadım ama böyle şeyleri sevmediği yüzünden belliydi. Bir süre sonra;

“Genç kızlar ne anlıyor bu oğlanlardan? Bu kadar zahmete onları sadece 5 dakika görmek için giriyorlar. Çok saçma. Bu genç kızların oturup evde ders çalışmaları gerekiyor, oğlan peşinde koşmaları değil.”

Ben cevap vermedim, daha doğrusu vermek istemedim. Hiç, bir grubun fanı olup onlar için böyle şeyler yapmamıştım. O yüzden susmamın daha iyi olacağını düşündüm. Sesler gittikçe daha da yükseldi. Anlaşılan bekledikleri ünlü gelmişti. Rose bana dönüp;

“Ben dışarıya çıkıp arama yapacağım, sen burada bekle.” Dedi. Anlaşılan elimizde bavullarla bu kalabalıktan çıkamayacağımızı anlayınca biraz dağılmalarını beklemeyi tercih etti.

“Peki.” Dedim ve duvara yasladığım bavullardan birinin üstüne oturdum. Çığlıklar biraz daha yükselmişti. Gelenleri görebiliyordum. Korumalar kızları zapt etmeye çalışıyordu. Ben bir kişi sanıyordum ama sayabildiğim kadarıyla 5 kişiydi. Yüzlerini daha iyi görebilmek için ayağa kalktım. Boyumun faydasıyla kalabalığa rağmen yüzlerini rahat görebiliyordum. Korumalar kızları uzaklaştırırken o 5 çocukta yanımdan geçiyorlardı. İçlerinden biri elindeki kahve bardağını yanımdaki çöp kutusuna fırlattı. Çöp kutusunun kenarına çarpıp kapağı açılan kahve bir anda üzerime boşaldı.

Ben sadece ağzımı açıp ıslanan pantolonuma bakakaldım. Birkaç saniye sonra kendime gelince bana -daha doğrusu çöp kutusuna- kahveyi atan çocuğa büyük bir sinirle bağırdım.

“Hey! Kıvırcık kafa!”
Çocuk bir an duraksadı ve arkasına döndü. Önce yüzüme baktı, ben pantolonumu gösterince dökülen kahveye baktı. Tam bir şey söyleyecekken koruma onu önüne döndürüp ilerletti. O giderken ben onun arkasından bakakaldım. Islak bir pantolonla…



Hava alanından çıkınca Rose beni kalacağım yurda götürdü. Odama girmeden yurt ile ilgili birkaç kuralı hatırlattı. 

Odaya veya yurt çevresine erkek arkadaş getirilmeyecek.
Yüksek seste müzik dinlenmeyecek.
Akşam 11 den önce yurtta olunacak.
Kız arkadaşlarla parti yapılmayacak.
Aidatlar zamanında ödenecek.

Onu zar zor dinliyordum. Bir an önce odama, yatağıma geçip güzel bir uyku çekmek istiyordum. Sanırım dün gece gözlerime girmeyen uyku şimdi girmek için sabırsızlanıyordu. 

Rose söyleyeceklerini bitirdikten sonra danışmadan aldığı kağıtları tutuşturdu elime.

“Bunlar senin ders programların ve iş saatlerin. Bugün iyice dinlen. Okullar açılana kadar tam gün işte çalışacaksın, okul başlayınca part-time olacak.” Dedi.

“Ben çalışacağım yerin bir kıyafet firması olduğunu sanıyordum ama burada- ”

Rose çoktan gitmişti. Kesinlikle kendimde değildim ve hemen uyumalıydım. Odanın kapısını açıp bavullarımı odaya soktum. Oda da 2 yatak, duvara monta edilmiş 2 kitaplık, büyük bir kıyafet dolabı ve yatağın yanında küçük bir masa vardı. şu anda bir oda arkadaşım yoktu, bu yüzden tek kalacaktım. Hemen üzerime rahat bir şeyler giydim. Yatağa temiz çarşafları serip kendimi uykunun kollarına bıraktım.



*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-* 


 Uyandığımda saat sabah 6 yı gösteriyordu. Tam 14 saat uyumuştum. Buna kendimde inanamıyordum. Yataktan kalkıp güzelce gerindim. Dün Rose’un verdiği kağıtları fark ettim. Dünkü yorgunlukla fazla inceleme fırsatım olmamıştı. Okulla ilgili kağıtları inceledim. Okulun başlamasına 1 ay vardı. bunu bende biliyordum. Okul açılana kadar birkaç arkadaş edinir, buraya alışırdım. Çalışacağım işle ilgili kağıtlara baktım. İlk iş günü… bugündü! İnanamıyordum. Saat 9 da orada olmalıydım. Hemen valizlerden birini açtım ve güzel bir kombin yapıp hazırlandım.

 Maceralı adres bulma olayından sonra nihayet varmıştım iş yerine. İçeri adım atar atmaz biriyle çarpıştım.

“Ah, üzgünüm.”
“Sorun değil bayan... Kim olduğunuzu sorabilir miyim?”

Çarpışma yüzünden yere düşen birkaç kumaş parçasını yerden alıp cevap verdim.

“Beni buraya Bayan Dancle yolladı. Çalışmak için.”
Adam Rose’u duyunca gülümsemeye başladı.   

“Merhaba bayan-“
“Elif, sadece Elif”
“Merhaba Elif. Bende Bay Dancle. Ya da sadece Michael”

O anki yüz ifademi görmek isterdim. Adam Rose’un kocasıydı. 

“Buyurun, Daniel bey yardımcı olacak size.”

Peki diyerek kafamı salladım. Michael uzun boylu, kumral bir adamın yanına gitti ve bir şeyler konuştu. Adam bana doğru gelince Daniel olduğunu anladım.

“Merhaba Elif. Ben Daniel” dedi ve elini uzattı.

Hangi ara söylemişti adımı Michael.

“Merhaba.”

“Aslında tam zamanında geldin. Bugün bir konser için hazırlanıyorduk. Bir sürü iş bizi bek-“

“Özür diliyorum ama ben yanlış anladım sanırım. Konser dediniz değil mi? Burası kıyafet firması değil mi?”

Daniel da söylediklerime şaşırmıştı. Ne dediğimi daha doğrusu bazı şeyleri yanlış anladığımı fark edince gülümsedi. Ah! Gerçekten çok güzel gülüyordu. Gözlerimi kırpıştırıp hayran hayran bakmamaya çalıştım. 

“Evet, burası kıyafet firması ama yanında “ve”leri de var. Kumaşın, modanın, rengin olduğu her yerde varız. Büyük bir firma olduğumuz içinde başta konserler olmak üzere; tiyatro, sinema, televizyon dizileri gibi birçok alana kıyafet ve sahne tasarımı yaparız. Perdeler, kulis dekorasyonu ve aklına gelebilecek tüm dizaynı biz yaparız.”

Anlattıklarından gram bir şey anlamamıştım. Ben hala kıyafet canlandırıyordum gözümde. O da anlamadığımı fark etmiş olmalı ki gülümseyerek baktı bana.

“Bunları zamanla öğrenirsin. Hadi seni diğerleriyle tanıştırayım. Ayrıca bu akşam için büyük bir işimiz var. Ünlü bir grubun konseri için çalışıyoruz.”

Daniel beni muhatap olacağım 3-5 kişiyle tanıştırdı. Yapacaklarımı söyledi, bazılarını uygulamalı gösterdi. Konser için gereken malzemeleri hazırladıktan sonra 12 kişilik bir ekiple konserin yapılacağı yere gittik. 

Daniel beni kıyafetten sorumlu tuttu. Sanırım benimle dalga geçmek için yapmıştı bunu. Kulise getirilen büyük kolilerden kıyafetleri tek tek çıkartıp askılara dizdim. Yaklaşık 1 saatimi almıştı Birkaç ufak düzenlemeden sonra tek işim grup üyelerinin giydiği kıyafetleri son bir kez kontrol etmekti. En yakın sandalyeye attım kendimi. 

İçerdeki seslerden bir hareketlenme olduğu belliydi. Anlaşılan gelmişlerdi. İstemeyerekte olsa kalktım sandalyeden. Birkaç saniye sonra kulise girmeye başladılar.

Onlar girerken tek yaptığım kaşlarımı kaldırmaktı. Fena değillerdi. Kabul biraz fazla iyi görünüyorlardı. Onları gülümseyerek karşıladım. Ta ki en son gireni görene kadar.

“A! Kıvırcık kafa.” 

Tek bildiğim bu sözlerin istemsizce ve biraz yüksek sesle ağzımdan çıktığıydı.    


     1. Bölüm Sonu

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder