Sayfalar

25 Şubat 2014 Salı

TEK BİR BAKIŞLA (BÖLÜM 9) - FİNAL -

Bu hikayeyi yazmaya 2 Ağustos 2012 yılında başlamışım ve çoğu bölüm arasında aylarca zaman farkı var. Bu biraz özel durumlardan biraz da vakit bulamamaktan kaynaklanıyor. Bu bloğu açmamın nedeni tamamen kafamı dağıtmaktı ama birkaç kişinin bile gelip okuması beni çok mutlu etti. Belki tekrar bir hikayeye başlarım ama bundan önce bu hikayeye bir son yazmalıyım diye düşündüm. Yazarken çok fazla hata yaptım, nasıl bağlayacağımı bilemedim ama nihayetinde bir hikayeyi bitirdiğim için mutluyum. Okuyan-okumayan, yorum yapan-yapmayan herkese çok teşekkürler :))





Bölüm 9
         Üzerimdeki siyah yarım kollu, üzerine ince siyah bir tül geçirilmiş elbiseyle aynanın karşısında kendime bakarken istemsizce somurttum.
“Bunun nesi var?” Marcia saatlerdir giy çıkar yaptığım elbise yığının üzerine oturup kaşlarını kaldırdı.
“Fazla… siyah. Yani cenazeye değil, birinin ailesini ziyarete gidiyorum. Ama bu elbise pek böyle düşündürtmüyor.”
“Hala o birinin kim olduğunu söyledim.” Yüzündeki meraklı sırıtıştan o kişinin Harry olmasını istediğini biliyordum ama bir kere yanıt vermeye başlarsam Jason’ın adını söylettirene kadar peşimi bırakmazdı.
“Biri işte, boşver.” Hemen yere düşmüş olan başka bir elbiseyi aldım. “Sence bu nasıl?”
Marcia elimdeki elbiseye acır gibi baktı. “Fazla… cici kız.” Ses tonumu taklit etmesi beni bir anda güldürmüştü.
“Bende ne fazla iddialı ne de fazla sönük olsun istiyorum. Ama senin dolabında bu tarife uygun bir şey bulamadım.” Askılıktaki mini dantelli elbiseyi çıkarıp ona çevirdim.
“Bu elbiseyi cidden giydin mi? Yani tam olarak nereni kapatıyor. Aldığına göre elbisenin bir yerini beğenmişsindir.”
Marcia bu duydukları karşısında istemsizce kahkaha attı.
“Ben değil de erkekler beğeniyor.” Elimdeki elbiseyi alıp tekrar askılığa yerleştirdi.
“Pekala, bu kadar lak lak yeter. Şimdi sana uygun bir şeyler bulalım.” Dedi ve dolabının üstündeki valizini yere indirip içini karıştırmaya başladı.
“Saatlerdir bakıyoruz ama pek yol kat ettiğimizi sanm-” Marcia elinde ağzımı açık unuttuğumu bile fark ettirmeyecek kadar güzel bir elbise tutuyordu. Mat kırmızı renkte belden oturtmalı kolları kırmızı dantelli hem sade hem de şık bir elbiseydi.
“Bu.. çok güzel.”
“Beğenmene çok sevindim. Zaten beğenmen de kendine hayrına. Elimizdeki son elbise bu.”
İkimiz birden kıkırdamaya başladık.
“Bu elbiseyi 2 sene önce almıştım ama giymeye bir türlü vakit olmadı.”
“Vakit mi sıra mı?” Kafamla yataklarımızın üstünde dağ gibi olan yığını gösterip “Bu kadar çok elbiseyi gerçekten giyiyor musun?” diye sordum.
“Vitrinde görüp çok beğeniyorum. Daha sonra dolaptaki elbiseler aklıma geliyor ve… Amaaan aklımda kalacağına dolapta kalsın diyorum.”
Marcia cidden değişik biriydi. Değişik ve çok samimi. Onu bu haliyle çok seviyordum.
 
Saçım ve makyajımı da tamamlayıp Jason’ı beklemeye koyuldum. Yurdun olduğu caddeye gelmesine 5 dakika kaldığını söyleyen bir mesaj atınca bende çantamı alıp yurttan çıktım. Güvenlik görevlisinin bakışlarını üzerimde hissedince keşke daha uzun bir elbise seçseydim diye geçirdim içimden.
Birkaç dakikalık bir yürüme mesafesinden sonra onu gördüm.
Harry.
Adımlarım istemsizce durdu ve kalbim tekrar hızlıca atmaya başladı. Ben onu tamamen unutmuştum. Etrafıma bakındım ama caddede her zamanki gibi işine ve evine giden insanlardan başka kimse yoktu. Jason belli ki henüz gelmemişti. Ama her an gelebilirdi.
Harry benim tersime adımlarını hızlandırmış ve uzun bacaklarıyla yanıma gelmesi birkaç saniye sürmüştü.
“Çok… güzel olmuşsun.” Bu iltifatı yüzümdeki kanın yanaklarıma hücum etmesine neden olmuştu.
“Teşekkür ederim.” Neden kafamı yere indiriyordum ki?
“Bir yere mi gidiyorsun?” Sesindeki yumuşaklık bir anda gitmiş öfkeyle karışık bir tını gelmişti.
“Ben.. bir arkadaşımla buluşacaktım.”
“Arkadaş?” Kaşlarını bana inanmadığını belli edercesine kaldırdı.
“Özel bir arkadaş sanırım.”
“Evet.”
Beklemediği yanıt yüzünden mi yoksa eski aptal beni karşısında görmediğinden mi anlayamadığım bir şekilde şaşırdı.
“Peki kim olduğunu sorabilir miyim?”
“Jason. Yani ben.”
İkimizde bir anda sesin geldiği tarafa dönmüştük.
Jason yanıma gelip elini belime koymuştu. Kulağıma eğilip hazırsam gidebilir miyiz diye sordu. Neden bunu sesli değildi kulağıma fısıldayarak yapıyordu ki? Aptal erkekler.
“Daha sonra görüşürüz.. Harry. ”
Ağzımdan zorla çıkan kelimeleri birleştirebildiğime sevinerek yürümeye koyuldum. Tam o sırada Jason ağzını açtı.
“Harry? One Direction grubundaki o çocuk musun?”
Gözlerimi kapayıp bu işkencenin daha ne kadar süreceğini düşünmeye başladım.
Harry Jason’a cevap verme lüksüne bile gerek duymadan yanımdan öylece çekip gitti. Jason yüzünde soru işaretleri olduğunu belli eden bir şekilde bana döndü.
“Arkadaş olduğunuzu bilmiyordum.”
“Arkadaş değiliz zaten.”
Hala tam olarak ne olduğumuzu kestirebilmiş değildim. Jason’ın kolundan tutup hangi ara gelip park ettiğini anlamadığım arabasına doğru çekiştirdim. Daha demin olan karşılaşma umduğumdan da sakin geçmişti. Bir an da yüzüme çarpan gerçekle donakaldım.
Benim için kavga edeceğini falan mı düşünmüştüm?
Ne olursa olsun o ünlü biriydi. Etrafında bir sürü güzel kız vardı. Ve hepsi de seksiydi.
İçimdeki ergen kızı susturup arabaya bindim.
Yol boyunca Jason bana ailesini kısaca anlattı. Neleri sevdiklerini, ne yapmam gerektiğini falan anlatıyordu ama ben İngiltere’ye geldiğimden beri yaşadığım olayları kafamda tartmaya çalışıyordum.
O akşamı gayet sakin bir şekilde bitirmiştim ama hala kafam tüm bu olanlarda ve uzun zamandır görmediğim ailemdeydi. Ertesi gün okuldan aldığım mail üzerine öğrenci işlerine gittim. Dönem bittiği için 1 yıllık öğrenci değişimi programında biteceğini ve burada kalma süremi uzatıp uzatmayacağımı sordular. Ailemi özlemiştim. 1 yıl boyunca gerek maddi durumdan gerekse okul, iş ikilemi yüzünden gidecek vakit bulamamıştım.
Öğrenci işlerine verdiğim yanıt belki tüm hayatımı etkileyecekti. Ama beni burada tutacak bir şey kalmamıştı. Güzel bir yıldı. Ama nihayetinde bitmişti. Artık Türkiyeye dönüp okuluma kaldığım yerden devam etmeliydim.
Yurda vardığımda Marcia’yı odada bulamamıştım. Onun yokluğunda hazırlanmak daha kolay olur diye kolları sıvayıp eşyalarımı toparladım. Yaklaşık 3 saat sonra tastamam hazırdım. Yatağımda serili olan yurdun verdiği çarşafın üstüne oturup elimdeki 2 gün sonraya alınmış uçak biletine baktım. Cuma günü saat 20:00’a alınmış bir İstanbul bileti.
Ertesi sabah işyerine gidip herkesle vedalaştım. Daniel bana sıkıca sarılıp tatilde kaçamak yapıp buraya gelmemi söyledi. Sadece kafamı sallamakla yetindim.
Jason garip bir şekilde durumu kabullenmişti. Tabii öncesinde defalarca burada kalmak gibi bir şansımın olup olmadığını söyledi. Her defasında olumsuz yanıt vermiştim ama bir umut defalarca sordu. En sonunda pes edip oda istemeyerek de olsa vedalaştı.
Marcia dünden beri suratını asmış hiçbir şey söylemeden bana bakıyordu. Yanına gidip her dakika onu arayacağımı ve tatillerde bir şekilde buluşma ayarlayacağımı söyleyince biraz olsun keyfi yerine geldi.
Harry. Ondan haber yoktu. Onu arayıp gidiyorum diyemezdim. Hem banane diye cevap verirse diye korkuyordum. O harry’di, her şeyi beklerdim ondan. Elimde onun numarasının açık olduğu ekrana baktım dakikalarca. En sonunda tuş kilidini etkinleştirip kafamı yastığa koydum. Yarın akşam uçağa binip bu ülkeden gidecektim. Belki temelli bir veda olmazdı bu. Eminim bir yolunu bulur ziyarete gelirdim. Ama şimdi tek istediğim İstanbula gidip ailemle, arkadaşlarımla hasret gidermekti.
Marcia ne olur ne olmaz diye saatler öncesinden beni havalimanına getirmişti. Daha 1 gün önce yüzünü asan kız bir anda uçağı kaçırmamam için büyük endişe içindeydi.
“Sen bekle burada, ben hemen geliyorum” deyip bir anda yanımda kayboldu. Elimdeki kahveye bakıp 1 yıl önce yaşadığım o ilk gün aklıma geldi. O zamanlar bir kahvenin hayatımı ne kadar değiştirebileceğinden haberdar değildim.
“Demek gerçekten gidiyorsun?” duyduğum sesle oturduğum yerden istemsizce kalktım. Kahve bir anda elimde kaydı ve ayakkabımın yanına döküldü. Bembeyaz zemin kahverengi oluvermişti.
Dudaklarının kenarındaki o çarpık gülüş tekrar eski garip duyguları ortaya çıkardı.
“Ve bana haber vermeden.”
Yavaşça yutkunup boğazımı temizledim. Bunu korktuğum için değil, şaşkınlıktan boğazımda birikmiş olan yumrudan kurtulmak için yapmıştım.
“Ne diye haber verebilirdim ki?” Tepkisini ölçmeye çalışıyordum. “Arkadaş bile değiliz.”
Yüzündeki gülüş bir anda silindi ve ciddi hali beni endişelendirdi. Bunları görmezden gelip konuşmaya devam ettim.
“Okuldaki eğitim sürem yalnız 1 yıldı. Öğrenci değişim programını daha fazla uzatamazdım.” Şu an tamamen palavra atıyordum. “Ayrıca ailemi de özledim.” Bak işte bu doğruydu.
Harry ifadesiz yüzüyle bana bakıyordu.
“Sana neden bana haber vermedin diye sordum, neden hesap vermedin diye değil.”
Evet o aptal benim. Sorusuna verecek cevabım olmadığı için bende aklıma gelen ilk cümleyi söyleyivermiştim.
“Ne önemi var ki? Birazdan uçağım kalkacak ve buradan gideceğim.”
“Gitmeyi bu kadar çok mu istiyorsun?”
Ne yanıt verebilirdim ki? İstemiyorum ama burada kalmam için gerçekten önemli bir şey yok mu diyecektim.
“Hayır ama-”
Belimde hissettiğim ellerden kısa bir süre sonra yüzümün göğsüne değdiğini hissettim. Sarılışı içten ve samimiydi. Garip bir şekilde kalbim hızlıca atıyor ve tenim karıncalanıyordu.
Havayolumuzun 128 sayılı İstanbul yolcularının güvenlik kontrolünden geçmeleri önemle rica olunur.
Duyduğum anonsla istemsizce kasılıp geri çekildim. Harry’nin yüzünde hayal kırıklığı vardı. Neden ona sarılmaya devam edip bu İstanbul işini iptal etmeyi her şeyden çok istiyordum ki? Ama bir tarafım hiçbir zaman ona ayak uyduramayacağımı ve üzülen tarafın ben olacağını söylüyordu.
“Hoşça kal.”
Bavulumu ve çantamı aldığım gibi güvenlik kontrolünün yapıldığı sıraya geçtim. Kontrolüm bittiğinde arkamı dönüp biraz önce oturduğum, Harry ile vedalaştığım yere baktım. Gitmişti.
Gözlerime hücum eden yaşları geri itmeyi başarıp yolcu kapısına yöneldim.  Uçağa binip oturduğum koltuğu bulunca gözlerimi sımsıkı kapatıp tüm bunların hayalden ibaret olduğunu düşünmeye başladım.
Yaklaşık yarım saat boyunca gözlerimi açmadım. Uçağın hareket etmeye başladığını hissettiğimde yavaşça araladım gözlerimi. Artık fikrimi değiştirmek için çok geçti. Cam kenarında olmanın faydasını görüp kimse tarafından kaldırılıp yer vermek zorunda kalmamıştım.
Uçaktaki hosteslerden birinin sesiyle camdan dışarı bakmayı kestim. Kafamı çevirdiğim anda yanımda oturan bir çift yeşil gözle karşılaştım.
“Uzun zaman sonra bir tatile ihtiyacım var diye düşündüm” dedi. Gözlerinde zaferin verdiği bir ışıltı vardı.  

-TEK BİR BAKIŞLA FİNALİ-
 

2 yorum:

  1. Soz vermek yok u artik yazmiyor musun? Bence harika seyler yapabilirsin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bölümleri tekrar düzenleyip öyle devam edeceğim. Çok teşekkürler yorumun için :)

      Sil