Bu hikayeyi yazmaya 2 Ağustos 2012 yılında başlamışım ve çoğu bölüm arasında aylarca zaman farkı var. Bu biraz özel durumlardan biraz da vakit bulamamaktan kaynaklanıyor. Bu bloğu açmamın nedeni tamamen kafamı dağıtmaktı ama birkaç kişinin bile gelip okuması beni çok mutlu etti. Belki tekrar bir hikayeye başlarım ama bundan önce bu hikayeye bir son yazmalıyım diye düşündüm. Yazarken çok fazla hata yaptım, nasıl bağlayacağımı bilemedim ama nihayetinde bir hikayeyi bitirdiğim için mutluyum. Okuyan-okumayan, yorum yapan-yapmayan herkese çok teşekkürler :))
Bölüm 9
Üzerimdeki
siyah yarım kollu, üzerine ince siyah bir tül geçirilmiş elbiseyle aynanın
karşısında kendime bakarken istemsizce somurttum.
“Bunun nesi var?” Marcia saatlerdir giy çıkar yaptığım
elbise yığının üzerine oturup kaşlarını kaldırdı.
“Fazla… siyah. Yani cenazeye değil, birinin ailesini
ziyarete gidiyorum. Ama bu elbise pek böyle düşündürtmüyor.”
“Hala o birinin kim olduğunu söyledim.” Yüzündeki meraklı
sırıtıştan o kişinin Harry olmasını istediğini biliyordum ama bir kere yanıt
vermeye başlarsam Jason’ın adını söylettirene kadar peşimi bırakmazdı.
“Biri işte, boşver.” Hemen yere düşmüş olan başka bir
elbiseyi aldım. “Sence bu nasıl?”
Marcia elimdeki elbiseye acır gibi baktı. “Fazla… cici kız.”
Ses tonumu taklit etmesi beni bir anda güldürmüştü.
“Bende ne fazla iddialı ne de fazla sönük olsun istiyorum.
Ama senin dolabında bu tarife uygun bir şey bulamadım.” Askılıktaki mini
dantelli elbiseyi çıkarıp ona çevirdim.
“Bu elbiseyi cidden giydin mi? Yani tam olarak nereni
kapatıyor. Aldığına göre elbisenin bir yerini beğenmişsindir.”
Marcia bu duydukları karşısında istemsizce kahkaha attı.
“Ben değil de erkekler beğeniyor.” Elimdeki elbiseyi alıp
tekrar askılığa yerleştirdi.
“Pekala, bu kadar lak lak yeter. Şimdi sana uygun bir şeyler
bulalım.” Dedi ve dolabının üstündeki valizini yere indirip içini karıştırmaya
başladı.
“Saatlerdir bakıyoruz ama pek yol kat ettiğimizi sanm-”
Marcia elinde ağzımı açık unuttuğumu bile fark ettirmeyecek kadar güzel bir
elbise tutuyordu. Mat kırmızı renkte belden oturtmalı kolları kırmızı dantelli hem
sade hem de şık bir elbiseydi.
“Bu.. çok güzel.”
“Beğenmene çok sevindim. Zaten beğenmen de kendine hayrına.
Elimizdeki son elbise bu.”
İkimiz birden kıkırdamaya başladık.
“Bu elbiseyi 2 sene önce almıştım ama giymeye bir türlü
vakit olmadı.”
“Vakit mi sıra mı?” Kafamla yataklarımızın üstünde dağ gibi
olan yığını gösterip “Bu kadar çok elbiseyi gerçekten giyiyor musun?” diye sordum.
“Vitrinde görüp çok beğeniyorum. Daha sonra dolaptaki
elbiseler aklıma geliyor ve… Amaaan aklımda kalacağına dolapta kalsın diyorum.”
Marcia cidden değişik biriydi. Değişik ve çok samimi. Onu bu
haliyle çok seviyordum.
Saçım ve makyajımı da tamamlayıp Jason’ı beklemeye koyuldum.
Yurdun olduğu caddeye gelmesine 5 dakika kaldığını söyleyen bir mesaj atınca
bende çantamı alıp yurttan çıktım. Güvenlik görevlisinin bakışlarını üzerimde
hissedince keşke daha uzun bir elbise seçseydim diye geçirdim içimden.
Birkaç dakikalık bir yürüme mesafesinden sonra onu gördüm.
Harry.
Adımlarım istemsizce durdu ve kalbim tekrar hızlıca atmaya
başladı. Ben onu tamamen unutmuştum. Etrafıma bakındım ama caddede her zamanki
gibi işine ve evine giden insanlardan başka kimse yoktu. Jason belli ki henüz
gelmemişti. Ama her an gelebilirdi.
Harry benim tersime adımlarını hızlandırmış ve uzun
bacaklarıyla yanıma gelmesi birkaç saniye sürmüştü.
“Çok… güzel olmuşsun.” Bu iltifatı yüzümdeki kanın
yanaklarıma hücum etmesine neden olmuştu.
“Teşekkür ederim.” Neden kafamı yere indiriyordum ki?
“Bir yere mi gidiyorsun?” Sesindeki yumuşaklık bir anda
gitmiş öfkeyle karışık bir tını gelmişti.
“Ben.. bir arkadaşımla buluşacaktım.”
“Arkadaş?” Kaşlarını bana inanmadığını belli edercesine
kaldırdı.
“Özel bir arkadaş sanırım.”
“Evet.”
Beklemediği yanıt yüzünden mi yoksa eski aptal beni
karşısında görmediğinden mi anlayamadığım bir şekilde şaşırdı.
“Peki kim olduğunu sorabilir miyim?”
“Jason. Yani ben.”
İkimizde bir anda sesin geldiği tarafa dönmüştük.
Jason yanıma gelip elini belime koymuştu. Kulağıma eğilip hazırsam
gidebilir miyiz diye sordu. Neden bunu sesli değildi kulağıma fısıldayarak
yapıyordu ki? Aptal erkekler.
“Daha sonra görüşürüz.. Harry. ”
Ağzımdan zorla çıkan kelimeleri birleştirebildiğime
sevinerek yürümeye koyuldum. Tam o sırada Jason ağzını açtı.
“Harry? One Direction grubundaki o çocuk musun?”
Gözlerimi kapayıp bu işkencenin daha ne kadar süreceğini
düşünmeye başladım.
Harry Jason’a cevap verme lüksüne bile gerek duymadan
yanımdan öylece çekip gitti. Jason yüzünde soru işaretleri olduğunu belli eden
bir şekilde bana döndü.
“Arkadaş olduğunuzu bilmiyordum.”
“Arkadaş değiliz zaten.”
Hala tam olarak ne olduğumuzu kestirebilmiş değildim. Jason’ın
kolundan tutup hangi ara gelip park ettiğini anlamadığım arabasına doğru
çekiştirdim. Daha demin olan karşılaşma umduğumdan da sakin geçmişti. Bir an da
yüzüme çarpan gerçekle donakaldım.
Benim
için kavga edeceğini falan mı düşünmüştüm?
Ne olursa olsun o ünlü biriydi. Etrafında bir sürü güzel kız
vardı. Ve hepsi de seksiydi.
İçimdeki ergen kızı susturup arabaya bindim.
Yol boyunca Jason bana ailesini kısaca anlattı. Neleri sevdiklerini,
ne yapmam gerektiğini falan anlatıyordu ama ben İngiltere’ye geldiğimden beri yaşadığım
olayları kafamda tartmaya çalışıyordum.
O akşamı gayet sakin bir şekilde bitirmiştim ama hala kafam
tüm bu olanlarda ve uzun zamandır görmediğim ailemdeydi. Ertesi gün okuldan
aldığım mail üzerine öğrenci işlerine gittim. Dönem bittiği için 1 yıllık
öğrenci değişimi programında biteceğini ve burada kalma süremi uzatıp
uzatmayacağımı sordular. Ailemi özlemiştim. 1 yıl boyunca gerek maddi durumdan
gerekse okul, iş ikilemi yüzünden gidecek vakit bulamamıştım.
Öğrenci işlerine verdiğim yanıt belki tüm hayatımı
etkileyecekti. Ama beni burada tutacak bir şey kalmamıştı. Güzel bir yıldı. Ama
nihayetinde bitmişti. Artık Türkiyeye dönüp okuluma kaldığım yerden devam
etmeliydim.
Yurda vardığımda Marcia’yı odada bulamamıştım. Onun
yokluğunda hazırlanmak daha kolay olur diye kolları sıvayıp eşyalarımı
toparladım. Yaklaşık 3 saat sonra tastamam hazırdım. Yatağımda serili olan
yurdun verdiği çarşafın üstüne oturup elimdeki 2 gün sonraya alınmış uçak
biletine baktım. Cuma günü saat 20:00’a alınmış bir İstanbul bileti.
Ertesi sabah işyerine gidip herkesle vedalaştım. Daniel bana
sıkıca sarılıp tatilde kaçamak yapıp buraya gelmemi söyledi. Sadece kafamı
sallamakla yetindim.
Jason garip bir şekilde durumu kabullenmişti. Tabii
öncesinde defalarca burada kalmak gibi bir şansımın olup olmadığını söyledi.
Her defasında olumsuz yanıt vermiştim ama bir umut defalarca sordu. En sonunda
pes edip oda istemeyerek de olsa vedalaştı.
Marcia dünden beri suratını asmış hiçbir şey söylemeden bana
bakıyordu. Yanına gidip her dakika onu arayacağımı ve tatillerde bir şekilde
buluşma ayarlayacağımı söyleyince biraz olsun keyfi yerine geldi.
Harry. Ondan haber
yoktu. Onu arayıp gidiyorum diyemezdim. Hem banane diye cevap verirse diye
korkuyordum. O harry’di, her şeyi beklerdim ondan. Elimde onun numarasının açık
olduğu ekrana baktım dakikalarca. En sonunda tuş kilidini etkinleştirip kafamı
yastığa koydum. Yarın akşam uçağa binip bu ülkeden gidecektim. Belki temelli
bir veda olmazdı bu. Eminim bir yolunu bulur ziyarete gelirdim. Ama şimdi tek
istediğim İstanbula gidip ailemle, arkadaşlarımla hasret gidermekti.
Marcia ne olur ne olmaz diye saatler öncesinden beni
havalimanına getirmişti. Daha 1 gün önce yüzünü asan kız bir anda uçağı
kaçırmamam için büyük endişe içindeydi.
“Sen bekle burada, ben hemen geliyorum” deyip bir anda
yanımda kayboldu. Elimdeki kahveye bakıp 1 yıl önce yaşadığım o ilk gün aklıma
geldi. O zamanlar bir kahvenin hayatımı ne kadar değiştirebileceğinden haberdar
değildim.
“Demek gerçekten gidiyorsun?” duyduğum sesle oturduğum
yerden istemsizce kalktım. Kahve bir anda elimde kaydı ve ayakkabımın yanına
döküldü. Bembeyaz zemin kahverengi oluvermişti.
Dudaklarının kenarındaki o çarpık gülüş tekrar eski garip
duyguları ortaya çıkardı.
“Ve bana haber vermeden.”
Yavaşça yutkunup boğazımı temizledim. Bunu korktuğum için
değil, şaşkınlıktan boğazımda birikmiş olan yumrudan kurtulmak için yapmıştım.
“Ne diye haber verebilirdim ki?” Tepkisini ölçmeye
çalışıyordum. “Arkadaş bile değiliz.”
Yüzündeki gülüş bir anda silindi ve ciddi hali beni
endişelendirdi. Bunları görmezden gelip konuşmaya devam ettim.
“Okuldaki eğitim sürem yalnız 1 yıldı. Öğrenci değişim
programını daha fazla uzatamazdım.” Şu an tamamen palavra atıyordum. “Ayrıca
ailemi de özledim.” Bak işte bu doğruydu.
Harry ifadesiz yüzüyle bana bakıyordu.
“Sana neden bana haber vermedin diye sordum, neden hesap
vermedin diye değil.”
Evet o aptal benim. Sorusuna verecek cevabım olmadığı için
bende aklıma gelen ilk cümleyi söyleyivermiştim.
“Ne önemi var ki? Birazdan uçağım kalkacak ve buradan gideceğim.”
“Gitmeyi bu kadar çok mu istiyorsun?”
Ne yanıt verebilirdim ki? İstemiyorum ama burada kalmam için
gerçekten önemli bir şey yok mu diyecektim.
“Hayır ama-”
Belimde hissettiğim ellerden kısa bir süre sonra yüzümün
göğsüne değdiğini hissettim. Sarılışı içten ve samimiydi. Garip bir şekilde
kalbim hızlıca atıyor ve tenim karıncalanıyordu.
Havayolumuzun
128 sayılı İstanbul yolcularının güvenlik kontrolünden geçmeleri önemle rica
olunur.
Duyduğum anonsla istemsizce kasılıp geri çekildim. Harry’nin
yüzünde hayal kırıklığı vardı. Neden ona sarılmaya devam edip bu İstanbul işini
iptal etmeyi her şeyden çok istiyordum ki? Ama bir tarafım hiçbir zaman ona ayak
uyduramayacağımı ve üzülen tarafın ben olacağını söylüyordu.
“Hoşça kal.”
Bavulumu ve çantamı aldığım gibi güvenlik kontrolünün
yapıldığı sıraya geçtim. Kontrolüm bittiğinde arkamı dönüp biraz önce
oturduğum, Harry ile vedalaştığım yere baktım. Gitmişti.
Gözlerime hücum eden yaşları geri itmeyi başarıp yolcu
kapısına yöneldim. Uçağa binip oturduğum
koltuğu bulunca gözlerimi sımsıkı kapatıp tüm bunların hayalden ibaret olduğunu
düşünmeye başladım.
Yaklaşık yarım saat boyunca gözlerimi açmadım. Uçağın hareket
etmeye başladığını hissettiğimde yavaşça araladım gözlerimi. Artık fikrimi
değiştirmek için çok geçti. Cam kenarında olmanın faydasını görüp kimse
tarafından kaldırılıp yer vermek zorunda kalmamıştım.
Uçaktaki hosteslerden birinin sesiyle camdan dışarı bakmayı
kestim. Kafamı çevirdiğim anda yanımda oturan bir çift yeşil gözle karşılaştım.
“Uzun zaman sonra bir tatile ihtiyacım var diye düşündüm”
dedi. Gözlerinde zaferin verdiği bir ışıltı vardı.
-TEK BİR BAKIŞLA FİNALİ-
Soz vermek yok u artik yazmiyor musun? Bence harika seyler yapabilirsin.
YanıtlaSilBölümleri tekrar düzenleyip öyle devam edeceğim. Çok teşekkürler yorumun için :)
Sil