Sayfalar

28 Mart 2013 Perşembe

Söz Vermek Yok - 1. Bölüm








SÖZ VERMEK YOK – 1. BÖLÜM

Rahatsız edici otomatik kapının sesini duyunca son durağa geldiğimi anlamıştım. Otobüsten inip 5 dakikalık yürüme mesafesindeki restorana doğru ilerlemeye başladım. Saat 7 olmasına rağmen hava çok karanlıktı ve üzerimdeki kalın mont olmasa içimdeki incecik bluz ile donabilirdim.

Restoranın kapısına geldiğimde beni karşılayan güvenliklerin pek dost canlısı olduğunu söyleyemezdim. Elimdeki bileti ben uzatmadan çekip alıp kontrol etmeye başlamıştı bile. Bir yandan da beni süzüyordu. Sanırım biletimin sahte olmadığını ve benimde o psikopat fanlardan birisi olmadığıma kanaat getirmiş olmalı ki kapıyı açıp eliyle buyurun diye işaret etti.

Restoran dışarıdan görünen zarif görüntüsünün yanında içerisinde oldukça şık ve ‘ancak paran varsa girebilirsin güzelim’  dedirten cinsten güzeldi. Oldukça şık ve krem rengi olan fayansların üzerinde gezinmek kendimi zengin ve havalı hissettirmişti. Ta ki karşımda dikilen birine çarpana dek.

“Ahh burnum!”
“Kızların kalplerini kırdığımı söylediklerini duymuştum da burun kırdığımı da ilk kez duyuyorum.” Dedi sırıtarak. O kadar havaya girmişim ki gözümün önündeki 1.80 lik çocuğu fark edememişim.
“Efendim?”
“Diyorum ki sende bizimle beraber yemek yeme şansına erişen şanslı kızlardan biri misin?”

Yemek? Şanslı kız? Ah tabii ya buraya gelme sebebim. Hayatımda hiç dinleme tenezzülünde bulunmadığım grubun üyeleriyle yemek yiyecektim.
Ben daha cevap vermeden 2 kızın daha olduğu şık ve birbirinden lezzetli yemeklerle donatılan masaya doğru yöneldi ve otururken bana doğru bir bakış attı. Masaya doğru ilerlerken yaşları en fazla 16 olan iki kızın yanında giydiğim pantolon bluz ikilisinin ne kadar sönük kaldığını fark ettim. Yerime otururken tüm gözlerin bende olması hissi gerçekten çileden çıkarıcıydı.  
Önüme gelen her şeyi silip süpürürken bir ara diğer iki kızın gruptaki çocuklara bir şeyler sorduklarını fark ettim. Yemek yerken başka bir dünyada oluyordum, hiçbir şey görüp duymazdım.

Karnımın tıka basa dolu olması tatlıya ağız sululuğu ile bakmama engel olmamıştı. Çatalımı tatlıya batırıp büyükçe bir parça alıp ağzıma tıkıştırdım. Şekeri hisseder hissetmez mutlu olmaya başlamıştım. Kafamı tabaktan kaldırdığımda bana bakan şaşkın bir çiftle karşılaştım.

Kaşımın tekini ‘Ne var?’ der gibi kaldırdım. O ise ağzı açık bana bakıyordu.
“Kıtlıktan mı çıktın? Yoksa geldiğin yerde sana yemek vermiyorlar mı?”
Kıtlık mı? Ne diyordu bu kıvırcık?
Tabağımdaki son tatlı parçalarını da ağzıma tıktıktan sonra cevap verdim.
“İkisi de değil.”
“Peki niye önünden yemek kaçıracaklarmış gibi hızlı yiyorsun?”
“Güzel soru.” Dedim. Hafifçe tebessüm edip konuyu açmamasını diledim.

Buna verecek bir cevabım yoktu. Aslında vardı. Ama ne diyecektim, ‘Arkadaşımın zorla benden 10 pound alıp aptal bir çekilişe katıldığını ve kazandığını öğrendiğinde İngiltere dışında olduğunu bu yüzden de gelemeyeceğini, tabii benimde paramı yakmaya hiç niyetimin olmadığını için yemeğe katılıp en azından paramın karşılığını alacak kadar karnımı doyurmaya geldiğimi’  söyleyemezdim değil mi?

“Senin sormak istediğin bir şeyler yok mu Jessica?” diye sordu Niall.

Ah işte beklediğim an. Adları ve 5 kişi oldukları haricinde bir şey bilmediğim çocuklara ne sorabilirdim ki? En iyisi buraya gelme nedenimi söyleyip kurtulmaktı.

“Aslında söylemem gereken bir şey va-”

Ben sözlerimi tamamlayamadan yanımıza kapıda beni kontrol eden adam geldi ve kıvırcık çocuğun kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Bunlara aileleri sofradayken kendi aralarında konuşmanın ayıp olduğunu söylememiş miydi?
Adamın yanımızdan ayrılıp gitmesini izlerken gözlerini bana dikmiş olan Harry’i fark edince bir anlık bir ürperme geldi. Gözlerimi kaçırarak kafamı diğer çocuklara doğru çevirdim. Bakışlarını üzerimde hissediyordum ama ona doğru dönemiyordum. Çok şükür diğer iki kız çocuklara soluk aldırmadan bir sürü soru soruyorlardı. Böylece ağzımı açmak zorunda kalmıyordum.
Kalkma vakti geldiğinde ilk girdiğimde çok güzel bulduğum bu restorandan hemen kaçıp kurtulmak istiyordum. Kızları saatin geç olması nedeniyle aileleri almıştı, bende ortadan kaybolsam iyi olacaktı.

Kolumun arkasında hissettiğim el ile yerimden sıçradım.

“Seni evine ben bırakırım.”

Karşılaştığımız andaki güler yüzlü kıvırcık gitmiş yerine her an kuytu bir köşeye çekip öldürecekmiş hissi veren kıvırcık gelmişti.

“Yok teşekkür ederim, ben kendim giderim.”

Kolumu çekmeye çalışma girişimlerim ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Elleri kolumu daha fazla sıkıyordu.

“Bırakayım mı diye sormadım zaten.”

Ön kapıyı açıp binmemi izledi. Kapıyı hızlı kapamasıyla tekrar yerimden sıçramıştım. Kendi kapısını açıp yerine yerleşti. Yol boyunca adres dışında hiç konuşmamıştık.

“Yanlış yerden girdin. Sağdan dönecektin.”

Ben arkama dönmüş yolun yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyordum ama o söylediklerimi umursamıyordu bile.

“Nereye gidiyoruz?”

Harry sadece yola odaklanmıştı beni duymuyor gibiydi. Gerçekten korkmaya başlamıştım.
5 dakika sonra büyük bir evin önünde geldi ve arabayı durdurdu.
“Neden geldik buraya?”
Gene beni dinlemiyordu. Kapısını açıp dışarı çıktı ve saniyeler içinde kapım açıldı.

“İn.”
“Neresi burası? Cevap vermezsen inmem.”

Kolumdan sıkıca çekip beni arabanın dışına aldı. Canımın yanmasını önemsememişti, sabah kesinlikle tuttuğu yer moraracaktı.
Bileğimden tutup çekiştirmeye başladı. Her ne kadar karşı koymaya çalışsam da gücü karşısında yenik düşüyordum. Kapıya geldiğimizde daha fazla direnemedim. Belimden tutup evin içine doğru yönlendirdi.
Kocamandı.
Ben ağzım açık odaya bakarken o da kendisine dolaptan biri bira açtı ve birkaç dikişti bitirdi. İkinci birayı açıp bana baktı.

“İster misin?”
“Hayır kullanmıyorum.”
“Akıllıca. Tıpkı baban gibisin.”   
Son söylediği şeyi fısıldayarak söylemişti. Ne dediğini anlamamıştım.
“Bak neden beni buraya getirdin bilmiyorum ama eve gitmezsem ailem merak eder.”
Kapıya doğru kaçar adımlarla yöneldim. Ama bir şeyler beni durdurmuştu. Harry’nin sözleri..
“Kaçtığın evine geri mi dönüyorsun?”
Olduğum yerde kalmıştım. Kaçmak mı? Bunu nereden biliyordu?
“Neyden bahsettiğini bilmiyorum.”

Yanıma doğru gelirken hafifçe tökezledi. Tezgahın üstündeki 3. bira şişesinin de boşalmış olması bunun normal olduğunu gösteriyordu.
Adımları bana yaklaştığında istemsizce geriye doğru ilerledim. Ellerim soğuk demir kapıya değdiğini fark ettiğimde o çoktan aramızdaki mesafeyi kapamıştı. Yüzüme değen nefesinden alkol kokusunu alabiliyordum.
Bakışlarından kaçmak için yüzümü sola doğru çevirdim. Gözlerinde hala nedenini anlamadığım bir öfke vardı.
Bedenini hissettiğimde kalbim istem dışı hızlanmıştı ve gözlerimi kapama ihtiyacı hissettim. Yutkunmakta zorluk çekiyordum. Birkaç saniye sonra kilit sesi duydum. Kapıyı kilitlemişti.
Gözlerimi açtığımda yüzümdeki şaşkınlık ifadesinden zevk alan bir Harry vardı.  Tekrar yutkunup ağzımı açtım.

“Niye kilitledin kapıyı?”
“Bu gece misafirim olmanı istiyorum.”
Ne?! Misafir mi? Olamaz! Bazı gerçekler şimdi yüzüme vuruyordu. Yoksa?
“Misafirlik iki tarafında rızasıyla olan bir şeydir.”       
Cümlemi bitirir bitirmez tekrar yutkunma ihtiyacı hissettim.
Harry önce şaşkınca bana baktı, daha sonra bir kahkaha attı.
“Merak etme seni yatağa atmayacağım.”
Yüzümün kızardığını anlamak için aynaya ihtiyacım yoktu.
“Yukarıda bir sürü oda var mı daha yeni taşındığım için dağınıklar. O yüzden sen benim odamda kal, ben burada yatarım.”

Gerçekten ciddiydi. Bir an aklıma telefonuma bakmak geldi. Yaklaşık 17 tanecik cevapsız arama vardı, mesajların sayısını söylemiyorum bile.
Numarayı tuşlayıp Marta’nın açmasını beklerken Harry’nin televizyon karşısındaki büyük koltuğa kurulmuş, televizyondaki basket maçını izlerken gördüm.
Defalarca çaldıktan sonra kendini otomatik olarak meşgule verdi. Tek çarem mesaj atmaktı.

‘Bu akşam bir arkadaşımda kalacağım canım. Sen beni bekleme, uyu.’

Gönder tuşuna bastıktan sonra Marta’yı merakta bıraktığım için kendime güzel bir kızmayı planlıyordum.
Harry ayakta durduğumu fark edince ayağa kalkıp bana odanın yerine göstereceğini söyledi.
Yeni taşındığı yerdeki kolilerden belli oluyordu. Siyah perde ve yatak örtüsüne gözüm takılmıştı. Ben odayı incelerken Harry tekrar odaya girdi ama bu sefer elinde kıyafetler vardı.

“Bunlar ablamın. Bu kıyafetlerle rahat uyuyamazsın.”
Elindeki kıyafetlere bir süre baktıktan sonra aldım.
“Neden beni buraya getirdin? Neden burada kalıyorum?”
“N’olur  sabah konuşalım bunu. Şimdi bunun için yeterli enerjim yok. Sabah istediğin her soruya cevap vereceğim.”

Benim cevap vermemi beklemeden çıktı odadan. Verdiği kıyafetleri giyip yorganın altına girdim hemen. Başımı yastığa koyar koymaz elimi yastığın altına soktum. Sert bir şeyle temas edince yerimde doğruldum ve yastığı kaldırdım.

Babamın kolyesi. Ama bu neden burada?




2 yorum:

  1. lutfen ikinci bolumu çıksın

    YanıtlaSil
  2. yazara söyluyorum alooooo 2. bölumunu çıkar şunun lutfen yaa merak ediyorum

    YanıtlaSil